Yalnızlığı Paylaşmak
Sabahın erken saatlerinde, kasabadan şehre giden uzun yolda tek başına yürüyordu. Yıllardır yalnızdı… Herşeye rağmen; yaşama sıkı sıkı tutunmuş, istediği herşeyi elde etmeyi başarmıştı. Bir dost dışında…
Yine uyanır uyanmaz yola koyulmuştu. İçindeki kazanma hırsının belirtileri hiçbir zaman silinmemişti simasından. Onu tanıyanlar bilirlerdi; gülümsemek onun için bir tutku olmaktan çıkmış; zorla yapılan bir iş haline gelmişti. Göğsünü rüzgara karşı siper etmişti. Bir eliyle kabanının önünü tutuyor, diğer eliyle ise çantasını taşıyordu. Gözlerini esen rüzgara karşılık kısmıştı. Yoldaki taşlar, tökezleyip; sarsılmasına yol açıyordu. Rüzgar nedeniyle kalkan tozlar, yürümesini ve yolunu görmesini zorlaştırıyordu.
Üzerinde her zaman giydiği eteği, rengi solmuş kabanı ve siyah botları vardı. Her sabah kalktığında havanın durumuna bakar, ona göre giyinirdi. Gerçi onu tanıyan biri, her gün aynı kıyafetleri giydiğini söyleyebilirdi. Lakin önemsediği günlerde giymek üzere sakladığı birkaç parça elbisesi de vardı. Dizlerinin altına kadar uzanan eteği, rengi çoktan solmuş ve düğmeleri kopmuş kabanı, her sabah hiç bıkmadan boyadığı botları ile rüzgara karşı direniyor, arada sarsılıyor; ancak yine de yürüyordu.
Bu kasabada göreve başlayalı bir ay olmuştu. Burayı seviyordu, insanları seviyordu buna rağmen hiç dostu yoktu. İçinde bir yerlerde var olduğuna inandığı sevgisini, verecek birini bulamamıştı.
Şehre inerken, yalnızlığını almamıştı yanına bu kez. Sabah kahvesini içmek ve gazetesini okumak üzere her zaman uğradığı, küçük kafeye gitti. İçeriye girdiğinde, etrafa göz gezdirdi. Bu şirin yere uzun zamandır geliyordu. İçinde bir hayret duygusu uyanmıştı. Burası ilk kez bu kadar kalabalıktı. Uygun bulduğu bir yere oturdu ve görevlinin gelmesini beklemeye başladı. Gelen, genç bir kızdı. Yüzüne yayılan tarifsiz gülümseme ile siparişi aldı ve ayrıldı. O, siparişini verdikten sonra henüz aldığı günlük gazetesine göz gezdirmeye, ilgisini çeken haberleri okumaya başladı. Yine aynı kız, tatlı bir tebessümle kahvesini getirdi.
Her sabah yaptığı gibi önce kahvenin ona zevk ve haz veren kokusunu içine çekti ve yavaş yavaş yudumlamaya başladı. Bir yandan da gazetesini okuyordu. Kafenin küçük kapısı, çıkan gıcırtı ile açıldı. Kapının üzerinde bulunan çan, kapının açılmasıyla çalmaya başlamıştı. Yavaş yavaş sesi azalırken, içeriye bir genç girdi. Küçük bir gülümsemeyle herkese günaydın dedi ve oturmak üzere yer aramaya başladı. Ama hiç boş yer yoktu.
Şanslıydı. Hiç boş yerin olmaması onun yeni bir arkadaş kazanmasını sağlamıştı. Genç “ Afedersiniz, eğer sizin izin de bir mahzuru yoksa masanızı bu sabah benimle paylaşır mısınız ?”
Deniz şaşırmıştı. Birden yanına gelen ve sıcakkanlılığı ile dikkatleri üzerine toplayan bu genç oturmak için neden onun masasını seçmişti? Genç, kafeye girerken taşıdığı gülümseyemeyi ısrarla sürdürüyordu ve bir dostun sıcaklığı ile Deniz’e bakmaya devam ediyordu. Deniz’in şaşkınlığına neden olan bir durum da buydu. Hiç tanımadığı biri, ona sevecenlikle gülümsüyor ve masasını paylaşması için ricada bulunuyordu. Deniz daha fazla bekletmeden “ Hmm… Şey, sanırım evet oturabilirsiniz.” dedi ve gazetesini okumaya devam etti.
Kahvesini yudumlamak üzere gazetenin üzerinden başını her uzatışında, karşısında oturan genci hayretle izliyordu. Her defasında gülümsüyor, halinden çok memnun görünüyordu. Deniz açıkçası biraz sinirlenmeye başlamıştı. Nasıl oluyor da bu kadar mutlu olabiliyordu? Nasıl her zaman gülebiliyordu? Sinirini yatıştırmak için gazetenin ardına gizlendi yine ve okumaya devam etti. Bir ara gencin ona baktığını fark etti ve gazeteyi indirip, gözlerini üzerine dikti. Genç, pek rahatsız olmuşa benzemiyor, aksine daha çok gülümsüyordu. Keyif almaya başlamış gibiydi. Daha fazla dayanamayarak “ Eee… İsterseniz tanışalım. Yani yaklaşık bir buçuk saattir aynı masada oturuyoruz. Ancak-“ diyebildi,devamını getiremedi. Deniz, masadan bir hışımla kalkmış ve “İyi günler !” diyerek, kafeden ayrılmıştı.
Kafeden çıktıktan sonra arkasında hoş bir çan sesi, vaktinin büyük bölümünü okuyarak geçirdiği gazete ve soğuk kahve fincanı kalmıştı. Genç pek bozulmuşa benzemiyordu. Büyük bir serinkanlılıkla hesabını ödedi ve kafeden ayrıldı.
Deniz’in siniri gün boyunca geçmedi. Anlayamadığı şey ise insanların nasıl bu kadar iyimser olabileceğiydi. Hayat bu kadar zor ve can sıkıcı iken nasıl oluyor da mutlu olabilecek şeyler bulabiliyorlardı?
Eeee ne de olsa hayata bardağın dolu tarafından bakanlar da vardı. Deniz bunlardan biri değildi. Çevresindeki mutlulukları fark edemeyecek kadar tekdüze ve monoton bir yaşama sahipti. Hayatın zor ve çetrefilli yollarından geçmiş biri olarak, fazla yıpranmıştı ve şimdi bunun hesabını çevresindekiler ödüyordu.
Ertesi gün kafe –tesadüftür ki- yine kalabalıktı. Deniz, her zamanki gibi kahvesini yudumlayıp, bir yandan da gazetesini okurken; aynı genç kapıdan girdi. Kapının açılıp kapanması ile çıkan nahoş çan sesi, Deniz’in başını gazeteden kaldırıp, genci görmesini sağladı. Genç, yüzünde bir gülümseme ve kendinden emin adımlarla Deniz’e doğru geliyordu. Durumdan biraz huzursuz olmuşa benzeyen Deniz, yerinde kıpırdanmaya başladı.
Genç, yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeksizin; Deniz’in gözlerinin içine bakarak yine masayı paylaşma teklifinde bulundu. Deniz, bir önceki gün yaptığı kabalığı hatırlayarak; kıpkırmızı kesildi ve telaşla oturması için gence ısrar etti.
Halinden hayli memnun görünen genç, teşekkür ederek yanına oturdu ve hiç kaybetmediği sempatik kişiliği ile konuşmaya başladı: “Yeniden günaydın ! Geçen gün yarım kalmış tanışmamızı bugün tamamlamayı umut ediyorum.” Dedi ve adeta soru soran deniz mavisi gülen gözlerle Deniz’e baktı. Deniz, bir anda ne yapacağını şaşırmıştı. Heyecandan olsa gerek elindeki kahve fincanını düşürdü. Aceleyle kırılan fincanın parçalarını toplamaya başladı. Konuşmaya yeniden devam ettiler. Bu kez konuşma sırası Deniz’deydi: “Geçen gün için özür dilerim. Ben, şeyyy eee-” ne diyeceğini bilemez bir halde etrafına hızla göz gezdirdi ve kaçışı olmadığını anlayınca, hüzün dolu gözlerle gence baktı.
Genç, gülümseyerek: “Özür dilemenize gerek yok rica ederim. Hepimiz insanız ve bize her an farklı oyunlar oynayan hayatın yolunca ilerliyoruz. Kime ne olacağını kim bilebilir. Eğer isterseniz bu konuyu unutmaya, birbirimizi tanıyarak başlayabiliriz.” Deniz, gencin bu iyimserliğine hayran kalmıştı. Daha fazla bekletmeden, konuşmaya başladı. Sesine yumuşak bir hava vermeye çabalıyor, ancak bunu denedikçe daha çok yüzüne gözüne bulaştırarak; her şeyi mahvediyordu: “ Şey, tabi. Ben Deniz. İlerideki kasabada yaşıyorum.”
Genç, gülümseyerek Deniz’in gözlerinin içine baktı ve devam etti: “Eh, peki. Ben de Arda. Tanıştığımıza gerçekten çok memnun oldum. Ben burada yaşıyorum. Hayli küçük olan bu şehrin havası başka hiçbir yere benzemez, buradaki sıcaklığı, insanların birbirleri ile olan ilişkilerini başka hiçbir yerde bulamadım. İşte bu yüzden bu şehirden bir türlü kopamadım.”
Her gün içilen dostluk kahveleri ile günler geçtikçe iki arkadaşın dostlukları daha da güçle sarılır birbirine… Deniz paylaşmayı öğrenir bu sayede; sevgisini paylaşmayı… Arda ise çoktan öğrenmiş olduğu bu kavramı hayata geçirecek birini bulur bu dostluk ile… İkisi de birbirlerini çok severler nihayetinde. Uzun süren bu dostluk, aile içinde hep devam eder. Nasıl mı?
Deniz, en sonunda diğer benliğinden kurtulup, yeni bir hayat felsefesine kavuşmuş bir insan haline gelir. Hayatındaki bu değişimler onu birçok yere sürükler ve Deniz nihayetinde evlenir. Arda da ruh ikizini bulunca, dostluk daha da güçlenir. Yüzlerindeki tebessüm nesilden nesile aktarılır belki de… Çok ilginç bir öyküsü var bu arkadaşlığın… Tahmin edilemeyecek kadar zorlu, ama hiç bitmeyecek kadar güzel… Birbirlerinin hayatını değiştiren iki genç bu filmin başrol oyuncuları… Kimbilir; belki bir dahaki sefere onların çocukları…
Nihayetinde ikisi de bir hayli yaşlanmışlardır hikayenin son satırlarında… Ancak o sevgi dolu kalpler yaşlanmadı ya…
Gönderen: VİOLİNİST