21.bölüm (SEZON fİNALİ)
Günün Pazar olması herkes için tatil anlamına gelmiyordu. Taksiciler çok yoğun çalışıyorlardı. Yoldan geçmekte olan bir taksiyi çevirdim. Kardeşimin evine vardığımda kapısının açık olduğunu gördüm. İçeri girdim. Biraz tedirgindim. İçeride beni bir sürpriz daha beklemiyor olması bana az da olsa cesaret veriyordu. Odaların kapılarını açmaya başladım. Evde kimse yoktu. Evdeki halıya baktım. Düz değildi, sonra Yusuf’un gizli sakladığı kutuları da dışarıdaydı. Bana gösterecekleri belki de bunlardı. Elime alıp karıştırmaya başladım. Birçok mektup gördüm. Hepsinde de adım yazılıydı. Mektupları açıp okumaya başladım. Her defasında kendinden nefret ettiğini dile getiriyordu.
Ailesine yaptıklarından pişman olduğunu ama geri dönüşü olmayan bir şeye saplandığını anlatıyordu.
Ergin içinden: “Bunları bana söyleyebilmeyi istemiş ama başaramamış.” dedi. Oda sallanmaya başladı, hayır sallanan kendisiydi, gözleri kararıyordu. Elini kanayan burnuna dayadı. Daha sonra yere düştü.
Esra çoğu kez sevdiğini aramış ama ona ulaşamamıştı. Emin’in ona telefonu üzerine şehrin yolunu tuttular. Emin:
-Yenge, bana Yusuf’la buluşacağını söyledi.
-Sen ciddi misin?
-Evet…
Yusuf’un evinde kimse yoktu. Ergin kan revan içinde yerde yatıyordu. Esra elini ağzına dayadı, ağlıyordu. Emin bir koşu yanına gitti. “O yaşıyor!” dedi. Ambulans onu hastaneye kaldırdı. Ergin’in elinde bir kâğıt vardı. Elinden düşürmeyecek şekilde sarılıydı.
Aslı:
-Nihayet, nihayet kendine gelmeyi başardı.
Esra:
-Şükürler olsun.
Emin:
-Bizi çok fazla korkuttun yeğen.
Genç biraz mırıldanır gibi oldu. “Ne zamandır buradayım?”
Esra:
-Kendini yorma canım. İki hafta oluyor.
-Her yanım ağrıyor.
-İyileşeceksin.
******
Doktorlar Esra ile daha önce konuşmuştu. Eşi ağır hastaydı. Beyninde bir tümör vardı. Tabii genç kız iki hafta içinde rolüne kendini öylesine kaptırmıştı ki Ergin’e olan her şeyi gerçek gibi anlatıyordu. “Tatlım senin hiçbir şeyin yok.”
******
Ergin’i buldukları evde üzeri kâğıtta bulunan iki kutuyu aldılar. Onları hastaneden çıktıktan sonra teslim edeceklerdi. Aradan haftalar, aylar geçti. Neredeyse yıl olacaktı. Yusuf’tan ne bir ses ne de bir seda vardı. Sanki hayalet olmuştu. Kardeşini görmek isteyen birisi nasıl olur da ortalıktan bu kadar çok uzak kalabilirdi? Kaçırılma olasılığı çok ama çok fazlaydı. Ergin köyünde sevdiğiyle, sevdikleriyle iyi vakit geçiriyordu. Yazılarına da hiç ama hiç ara vermiyordu. Aslı bir gün elindeki kutuları Ergin’e verdi. Nitekim Ergin onların birçoğunu okumuştu. Kaldığı yerden okumaya devam etti. Son satırlarını bitirdikten hemen sonra mektupları kaldığı yerden okumaya devam etti. Bir ayrıntı gözüne battı. Yusuf bu yazdıklarından sonra kaybolsa bile mutlaka bir şeyler bırakırdı. Bu yazılanlar hakkında hiçbir şey bulamadı. Tek bulduğu köyün çıkışında bir kulübede saklı olan gizli bir anahtardı. Emin:
-Hayrola Ergin, nereye gidiyorsun?
-Köyün çıkışındaki kulübeye bana ait bir şey var.
-Nedir?
-Bilmiyorum. Ama öğreneceğim.
-Bana da haber ver olur mu?
-Peki olur.
Gecenin bir yarısı kulübeye giden yazar karşısında Yusuf’u görünce çok şaşırdı. Kardeşi yerde yatmaktaydı. Ergin Yusuf’un yanında olan biteni anlamaya çalışıyordu. Kapıda birisi belirdi. O yabancıyı çoktan görmüştü. Kısık sesle “Ergin dikkat et!” dedi. Ergin kapıya dönük duruyordu. Kafasını kapıya çevirdiğinde bir gölge gördü ama ses pek tanıdıktı. “Yolun sonuna geldin artık, ikiniz de buradan sağ çıkamayacaksınız.” diyordu.